Orta Vadeli Program Hedefleri Dahilinde Türk Toplumunun Tasarruf ve Kredi Kültürü
Başlığı okuyan iktisatçılar, bize artan tasarruf miktarı ile tüketimin dolayısı ile gelirin düşeceğini öğreten tasarruf paradoksunu hatırlayacaklardır. Ancak biz bu incelememiz de tasarrufların modern yöntemler dâhilinde (tasarruf mevduatı, altın mevduatı, yatırım fonu, bireysel emeklilik fonları) ekonomiye enjekte edildiğini kabul edeceğiz. Ekim ayı başında hükümetin açıkladığı 2014 – 2016 yıllarını içeren orta vadeli programın temel amacı dünyada süren belirsizlik ortamının ülkemize etkilerini asgari düzeyde tutarak, tedrici olarak düşürülen cari açık ile beraber büyümeyi sürdürebilmektir. Bu temel amaca ulaşılırken müdahale alanları yurtiçi tasarrufların arttırılması, kaynakların üretken alanlara tahsisi, istihdamın artması, enflasyonun düşürülmesi ve kamu maliyesindeki güçlü duruşun devam etmesi olarak belirlenmiştir. Müdahale alanlarının ilk sırasında sayılan ve Başbakan Yardımcısı Sn. Ali BABACAN tarafından hem OVP’ın açıklanması sırasında hem de sonraki açıklamalarında defaatle dile getirdiği “vatandaşların tasarruflarını arttırmak” hedefi ile Türk toplumunun tasarruf ve kredi kültürünü inceleyeceğiz. Türkiye’nin üst üste gerçekleştirdiği rekor ve istikrarlı büyüme de yadsınamaz katkısı olan doğrudan ve dolaylı yabancı sermaye girişinin ve büyük altyapı projeleri finansmanında yer alan yabancı bankaların etkinliğin azaldığı gerçeği, büyüme için gerekli kaynağın nerden sağlanacağı sorusunu beraberinde getirmektedir. OVP’nin bu soruya verdiği cevap bu kaynağın ağırlıklı yurtiçi tasarruflardan temin edileceğidir. Bu kaynağa güvenerek OVP kapsamındaki yıllar için öngörülen GSYH büyümesi % 4, % 5 ve % 5 olarak belirlenmiştir. Tasarrufun milli gelire oranı 2012 yılında tarihin en dip seviyesine, % 12,6’ya inmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde bu oran %33,1’dir. Mevcut harcanabilir gelir ve bu gelirin muhtemel artış oranlarıyla uyumlu özel bir tüketim yapısının oluşmasına, böylece tasarrufun artmasına destek verecek makro ve mikro politikalar geliştirilmelidir. Buna ilaveten elde edilen tasarrufun büyümeyi ve reel ekonomiyi destekleyebilmesi için uzun vadeli finansal araçlara dönüştürülebilmesi sağlanmalıdır. Kısa vadede gelirleri arttırmaktan ziyade tüketimi kısmak tasarrufları artırmanın kolay yolu olduğundan hükümet aşağıdaki önlemleri almayı öngörmüştür. Tüketici finansman şirketlerine zorunlu karşılık uygulaması getirilmesi Taşıt kredilerine vade sınırlaması getirilmesi Yeni tahsis edilecek kredi kartları için gelir belgesi istenmesi Kişi bazında tahsis edilen kredi kartı limiti toplamının tüm bankalar için limit üst sınırı anlamına gelmesi Kredi kartı limitinin ilk yıl için gelirin 2 katı, diğer yıllar için gelirin 4 katı ile sınırlandırılması Gelir beyan edemeyenlere azami 1.000‐TL limit tahsis edilmesi Limiti 15.000‐TL’ye kadar olan kredi kartlarında asgari ödeme tutarı oranının % 25’den % 30’a, 15.000‐TL – 20.000‐TL arasında olanlar için % 30’dan % 35’e çıkarılması, 20.000‐TL üzerinde olanlar için ise kanuni sınır olan % 40’da bırakılması 3 dönem asgari ödeme tutarının yapılmaması halinde kredi kartının kullanıma kapatılması Bankaların sermaye yeterlilik rasyosu hesabında kredi kartı vasıtasıyla mal ve hizmet alımı veya nakit olarak kullandırılan krediler ile taşıt kredilerinin risk ağırlığının arttırılması Konut kredisindeki asgari peşinat oranı uygulamasının diğer kredi alanlarına da genişletilmesi Sektör bazında kredi kartı ile alışverişlere taksit sayısı sınırlaması getirilmesi ( Bu kararın alınmasında Aralık / 2011’de 26 milyar TL olan taksitli kredi kartı borç stoğunun Aralık / 2012’de 38 milyar TL’ye Eylül / 2013 itibariyle de 48 milyar TL’ye yükselmesi çok etkili olmuştur. Toplam kredi kartı borcunun 82 milyar TL olduğu düşünüldüğünde kredi kartı ile uzun vadeli borçlanmalar yapıldığı görülmektedir.) Bunlara karşılık KOBİ ve ihracat kredileri için ayrılan genel karşılık oranlarını düşürülmesi Bu önlemler bize 2011 ve 2012 yılında bankaların kredi hacmi büyümesine sınırlama getirildiği halde başarılı olunamadığını hatırlatmaktadır. Tedbir almanın zorluğunun yanı sıra alınan tedbirlerin başarılı olması durumunda ortaya çıkabilecek bazı olumsuzlukları sorgulamamız gerekmektedir. Tüketime yönelik kredi sınırlaması muvazaalı konut satışlarını ve böylece uzun vadeli düşük maliyetli fon elde ederek bunu ticari faaliyetlerde veya tüketim harcamalarında taşıt alımlarında kullanılmasının önüne nasıl geçilecektir?
Kredi kartı ile ödeme yapıldığı için mecburen satış fişi / fatura düzenlenmektedir. Kredi kartı kullanımı azaltıldığı taktide kayıt dışılığın artmasına katkı da bulunulur mu? Mevcut banka ve piyasa borçlarını ödemek yerine sadece çevirebilen işletmeler satışları düştüğü için ödeyememe riski ile karşılaşabilir mi? Hükümetin ve TCMB’nin faiz artırımına sıcak bakmadığını biliyoruz ancak negatif veya sıfıra yakın reel faiz tasarruflar için yeterince çekici midir?
Bu sorularla beraber diğer bankacılık alanlarına göre bireysel bankacılık alanında yıllardır yüksek marj ile kar elde etmeye alışmış bankacılar için de bu dönüşüm ve yönlendirme pek kabul edilebilir olmayacaktır. Bizzat Sn. Ali BABACAN’ın ağzından “finans kesimi çalışanları otoritelerden daha zeki, hep bir yolunu buluyorlar” itirafı gelmişken, tedbir ve sınırlamalardan vazgeçip, uzun ve meşakkatli bir yol da olsa toplumun tasarruf ve kredi kültürünün gelişmesine emek ve kaynak harcamak en akılcı ve kalıcı yoldur.
Bu uzun yolun ilk günlerinde bankacılık okulunda bize kredinin bir kültür olduğunu söylediklerine önce şaşırtmıştık. Ancak sektörün içine girince kredi kültürünün hem kredi veren hem de alan tarafından ne denli önemli olduğunu anlamış olduk. Öyle ki talep edilen veya bankacı tarafından önerilen kredi ile mevcut ihtiyacın giderilemeyeceği çok aşikâr iken ısrarcı olunması, maliyet hesabı yapılmaksızın sadece kredi çekmeye odaklanılmış çaresizlik veya bilinçsizlik, prim karşılığı tutturulması istenilen aşırı hedefler karşısında çalışanın düştüğü acz, bu acz ile etik dışı yollara tevessül kredi kültürümüzün olmadığını göstermişti.
Avrupa’dan doğan modern bankacılığın 600 yıllık geçmişi yanında bizde ancak 100.yaşını gördüğümüz bu alana yabancı ve yüzeysel kalmamız çok doğaldır. Kabul edilmelidir ki kültürlerin oluşması, yerleşmesi ve yaygınlaşması zaman almaktadır. Ancak bizdeki tek eksiklik zaman değildir. Temeli faize dayanan bankacılık sistemine İslami hassasiyetlerimiz nedeni ile devlet olarak mecbur kalana dek uzak kalmayı başarmışız. Fakat bu uzak duruş süresince bize özgü İslami çözümler de üretmekten kaçınmışız. İşte bizim sorunumuz kaynağı tam da budur. Sistemi zaman içinde anlayarak öğrenerek özümsemek yerine türlü sebeplerle birden girmeye mecbur kaldığımız da farklı bir sonuç da beklemememiz gerekir. Tüm bunlara rağmen kurulan Adapazarı İslam Ticaret Bankası gibi yerel, milli, samimi ve İslami teşebbüsleri de yarım bırakarak sanki geleceği kasten ihmal etmişiz. Bu ihmalkârlığın olumsuzluklarını bir an önce giderebilmek adına kredi kültürü çift taraflı bir olgu olarak ele alınarak hem kredi verenler hem de kredi alanlar açısından teknik ve ahlaki boyutları ile irdelenmelidir. Olgunlaşmamış bilgi ve doğru tespit edilmemiş ihtiyaç ile alınan/verilen kredilerin her iki taraf için de geri ödenebilirliği problemi ve bu problem sonucu ortaya çıkacak sosyal yaralar telafi edilemez noktalara varmamalıdır.
Kreditör açısından kredi kültürü, kredi politikalarının ilanı, bu politikalara uygun ürün çıkartılması, bu ürünlerden talep edenlerin kredilendirme ilkelerinin belirlenmesi, talep edenlerin risk grubu / teminat yapısı gözetilerek skorlanması ve ürün fiyatlarının ( faiz oranı ve diğer maliyetlerin) belirlenmesi, kredinin canlı haldeyken takibi ve vadesinde tahsili için girişimlerde bulunulması, temerrüt hali oluşmadan gerekiyorsa ilave destek ve yapılandırmalarla kredinin geri dönüşünü sağlanması gibi her gerçek ve tüzel kişi özelinde ayrı ayrı uygulamaları olabilecek şekilde esnek ve yapıcı düşünmeyi ifade eder. Bu söylediklerimizi bilgisayar programına dökmek kolaydır, zor olan bir değerler esası ortaya koyup bunu tüm çalışanlara benimsetmektir. Sektörün içindeki yoğun rekabet ve kar baskısı bu değer ve ilkeleri unutturarak kredinin tarafları arasında ortak bir dil geliştirilmesini engellemektedir. Banka çalışanı kendisine satış hedefi verilen ürünü değil de kredi alanın gerçek ihtiyacına göre oluşturulmuş ürünü satmalıdır. Kısa vadeli başarılar ile prim ve terfi almak yerine uzun vadeli sürdürülebilir, her iki tarafın da kazançlı çıkacağı ilişki seçilmelidir. Aynı zamanda kreditör elindeki piyasa, ülke, ekonomi bilgisi ile bireylere ve şirketlere danışmanlık görevini üstlenmeli, erken uyarı sinyallerini herkesten önce fark edebilmelidir. Kredi alanlar (bireyler ve şirketler) açısından ise homojen ve organize bir yapı olmadığından kredi kültürünün oluşması için hemen her alan (okul, tv, medya, internet vs.) kullanılarak uzun vadeli bir strateji belirlenmeli ve bu strateji orta vadeli planlar gibi hükümeti bağlayıcı kararlarda yer almalıdır.